Senkronize adımlarını birbirine çarpıştırarak atıyordu adeta Samara, yorgundu da. Yeşile dönük soluk benzi git gide yosuna benziyordu sanki, üzerine bir ağma gibi çökmüş okul binasının kapısını araladı, şu koca binada boğulurcasına nefes alırken dışarıyı görmenin verdiği ışık demetinin gözleriyle buluşması bir vakit aradan sonra... Güneş ışıklarını hızla çekerken, ayın gölgesi, gecenin soğukluğu çöküyordu üzerine. Dalgalanan gölün şırıltısı kulağına ninli gibi geliyor, hafifçe esen rüzgar soluk tenini okşuyordu Samara'nın.
"Lanet olsun, lanet olsun! Yalnızım..."
Yalnızlık daha da çökertiyordu karanlığın hapsini üzerine. Göl kenarında adım adım yürüyordu, bazen düğümlenen boğazını sıkıyorken çalı şırıltıları dindirdi umursamazlığını. Durdu, donup kalan bedeni susturmamıştı içindeki şeytanı hala. Asasını hızla çıkartıverdi cübbesinden. Sessiz adımlarla çalıların arasında boğuşan kişiye yaklaştı. Çalılara doğrulttu asasını, bağırdı.
"Merlin aşkına! Kimsin sen, ne arıyorsun burada!"